Mutluluk, huzur, sevgi, Aşk gibi terimler günde milyonlarca defa zikrediliyor. Zikrediliyor da kim biliyor bu terimlerin karşılığını, içeriğini ya da onlara nasıl ulaşılacağını?
Hep elde etmeye, hep kazanmaya, hep koşmaya, hep konuşmaya, anlamak için değil de sırf cevap vermek için dinlemeye odaklı, kendini hep bir şeyler yapmak zorundaymış gibi hisseden ve vermekten çok almayı amaçlayan bir toplum huzuru, Aşkı, mutluluğu, teslimiyeti nasıl bulabilir, bir fikri olan var mı?
İşe koşan adamın yüzündeki öfke, okula giden çocuğun hareketlerindeki agresiflik, yolda yürüyen kadının çatık kaşları, kaldırımları döver gibi atılan adımlar, iki kelimeyi bir araya getiremeyen, ne konuşacağını bile bilmeyen, mutsuz, robotlaşmış ve bakışları telefona ya da boşluğa saplanmış insan topluluklarının bu haline sebep ne? Bilen var mı?
Tefekkür, lütfen biraz tefekkür!
Karşılığını beklemeden vermeyi öğrenemezseniz sabrı, sabrı öğrenemezseniz huzuru, huzuru tatmasanız sevgiyi, sevgiyi hissetmezseniz mutluluğu yakalayamazsınız!
Kof beyinlerin, körelmiş vicdanların kendini ağırdan sat, ağır ol! Gibi sarf ettikleri cümlelere takılmayın ya hu! Kendini ağırdan satmak terimini çöpe atın. Çünkü insan ruhu alınıp satılamayacak değerdedir! Kendinizi ne ağır ne de hafif, her ne şekilde olursa olsun satmayın ve kimsenin sizi bu tür kalıplara sokmasına müsaade etmeyin. Kendinizi kimseye kanıtlamak zorunda değilsiniz! Ama gerçek manada insan olmak, insan kazanmak ve insanca yaşamak zorundasınız...
Yapmak ya da yaşamak zorunda olduğunuz şeylerin ya aşığısınızdır yahut muhtacısınızdır. Aşka teslim olmak varken muhtaçlığa boyun bükmek akıl karı mı?
Değil elbette! O zaman her şeyi aşkla icra edip aklımıza ve kalbimize huzurlu bir hayat hediye edelim?
Herkesleşmek zorunda değiliz, ağır başlılık somurtmak, ego sahibi olmak, kimseyle muhabbet edemeyecek kadar kibirli olmak ya da sırf insanlar bizi çözsün diye kilitli sandık rolü oynamak değildir.
Şartlar ne olursa olsun umut etmeyi ve mutlu olmayı öğrenin. Güne tebessümle başlayın mesela, gördüğünüz herkese selam verin, insanlara sevginizi hissettirin, gerçekten sevin ama. Sizi seveni, sevmeyeni, kuşları, çiçekleri, böcekleri, çocukları, tanıdık tanımak herkesi ve her şeyi sevin. Aldığınız tepkiler ne olursa olsun vazgeçmeyin bu tavrınızdan ve halinizden. İnsan bu dünyada ancak hissettiği ve hissettirdikleri kadar yer kaplıyor. Hal böyleyken sizden robotmuşsunuz gibi davranmanızı isteyen, hatta zamanla sizi bile buna inandıran sisteme nasıl boyun eğersiniz!
Kendinizle sevin öncelikle, hatta konuşun kendinizle. Aynadaki sesin size ne diyeceğine kulak kesilin. Ben bu gün ne yaşadım, ne hissettim, vicdanım rahat mı, ben bu gün hiç dua ettim mi, yaradım mı bir insanın işine, insanlara gülümsedim mi, bir çocuğun başını okşadım mı, bir büyüğümle sohbet ettim mi, birkaç sayfa da olsa kitap okudum mu, ben bu gün yeterince hissettim mi kalbimi, yeterince insan oldum mu gibi sorular sorun kendinize. Kalbinizi özgür bırakın.
Giden zaman geri gelmiyor ve hiçbir şey zamanında kaybedilen güzelliklerin yerini dolduramıyor. Korkusuzca verin, korkusuzca sevin, korkusuzca tebessüm edin ve şartlar ne olursa olsun kendinizden de, insan olmaktan da vazgeçmeyin. Aynadaki sese kulak verin. Kendinizle dertleşin, halleşin?
Kimseye kendinizi anlatmak, hal ve hareketlerinizin hesabını vermek zorunda olmadığınızı asla unutmayın. Her şey konuşmak da değildir ki. Sessiz ama rengârenk de olabilirsiniz. Dilinizi oynatmaya bile gerek kalmadan duruşunuzla, bakışınızla, naif tavırlarınızla çok ama çok şey anlatabilirsiniz. İnsanlarda güzellik ve zarafet duygusunu da uyandırmış olursunuz üstelik.
Bir insan bir diğer insanı, diğer insan başa bir insanı etkiler. İyilik ve sevgi de tıpkı nefret ve hırs gibi çok çabuk gelişen ve büyüyen duygulardır. İçimizde ve çevremizde büyüttüğümüz şey neden koşulsuz sevgi, huzur ve iyilik olmasın?
Aynaya bakın, kalbinizin aynasına ve yakalayın size seslenen vidanın gizini. Robot değil, yaratıldığınız gibi insan olun?
FAZİLE AŞAR AYDINALP