YÜRÜMELİ İNSAN

Her konuya bir başlık bulunuyordu. İnsan konusunun başlığı da eşref-i mahlûkat oldu.

Tüm yaratılmışların şereflisi, irade ve feraset sahibi Âdem, insan yani.

Yürümeye, yani hayat içinde ilerlemeye ve ilerlerken de gelişerek büyümeye talip oldu sonra.

Bilmek için gönderilmişti ve bilmesi için genişlemesi gerekti.

Fakat yanlış anladı bu genişlemeyi, madde biriktirerek gelişeceğini, genişleyeceğini zannetti.

Evler, arabalar, diplomalar, markalı eşyalar biriktirdi.

Oku! Demişti rahman, oku!

Ama insan neyi okuması gerektiğini nisyan eylemişti.

Bütün bunlar rahat yaşamak içindi kendince! Oysa ruhu genişlememiş, olmamış, kıvam tutmamış bir insanı madde geliştiremez, genişletemezdi, bilemedi. Neyi bilmesi gerektiğini bilmiyordu çünkü. Belki de canı acımalıydı insanın, hasret çekmeliydi, manen aç olmalıydı, karnı değil ruhu doyurma telaşında olmalıydı. Hangi meyve güneş altında yanmadan pişiyordu ki zaten ama unuttu insan bunu da?

insan, Nisyanın arkadaşıdır bütünüyle. Bütünüyle bir zerredir insan bütün bir kâinat içinde. O zerreyi çok görüp kibirlenmemesi için bile yanması gerekiyor belki de. O yüzdendir bile bile ateşlere yürüme isteği. Mesele ne ölmektir ne de olmaktır kıvam tutmak olmalı insanoğlunun dileği. Yürümeli insan bulabilmek için kendini, adım atmadan yol alınmıyor belli ki.

Herkes ya olmak, ya da ölmek istiyordu. Ölseler hayat bitiyordu, olsalar yaşamak için amaç kalmıyordu... Böylece bir ömrü ziyân ettiler... Geldiler, gittiler ama yaşamayı öğrenemediler... Sahi ne uğrunaydı bütün bu korku? Bir hiç uğruna, hiçlik sevdasına!..

Tok karınlar, aç kalpler
Gözlerde aç tabii, ruhlarda...
Doymamalı insan bu denli her şeye
Her şeye sahip olmak aç olmaktır çünkü
Yitirilmiş, ya da elde edilmiş her şeye...

Kazıkla çakılıverir sorular beyine
Ne olmaktı ne de ölmekti mesele
Mesele yaşayabilmekti insanlığı derinlemesine
Doyurdun mu karnını yaşadın mı öylesine!
Öylesine yaşanmış bir ömrün söyle, sermayesi ne!