Aynada seyre daldım yonttuğum halimi.
Hâlimlikle yoğrulmuş yüreğime baktım…
Dağların yorulmuş başlarını dizime dayadım
Dayandım taşların kayaların zerrelerimi ezen ağırlığına…
Küf kokan duvarlara sürdüm mavinin tonlarını,
Tonlarca közün altında kavruldu da yüreğim,
Etrafa yayılan sıcaklığıyla yetimlere, kuşlara, çiçeklere sarıldım,
Yangınlarımla ısıttım üşüyen yürekleri,
Herkes gitti ben kaldım!
Kurşun gibi ağırlaşması gereken ayaklarımı küçük bir çocuğun ayaklarına kardım
Seke seke geçtim kaybolduğum, yittiğim kentlerin sokaklarını…
Hüzünler içimde kök salmış dalları göğe yükselmişti
Topladım yere düşen bakışlarımı,
Hüzün ağacımın dallarına kurduğum salıncakta sallandırdım…
Neler anlatmadı ki bana terk edilen şehirlerin sokakları,
Kimi yerde güldüm, kimi yerde çığlıklarımı göklere salarak ağladım…
Gâh Metropollerin sokaklarında ölü adımlar atmak yerine kör kuyuların dibini yeğledim, gâh yelelerini rüzgarda savurarak koşan deli kısraklara özendim, uçarcasına koşmak, koştukça nasırlaşan yaralarımdan kurtulmak istedim…
Gözlerimdeki dalgınlık, dilimdeki sükût üzerime oturmuştu kusursuz dikilmiş bir kaftan gibi…
Soyundum tüm hayalhanemi, gerçeğin amansız kokusuna uyandım!
Düşümde gördüğüm tüm gerçekleri düşürdüm dilimden sol göğsüme,
Dilimi binlerce düğümle b/ağladım.
İndirdim göz kapaklarımı yere görmemek için gidişini,
İçim gitti ben kaldım…
Fazile Aşar Aydınalp